This article examines the concept of commodification of the
body and belief through the discourses in Netflix’s science
fiction series Altered Carbon. The series is set in a future where
human consciousness can be downloaded and stored as ‘cortical
memories’ that can be transferred to different bodies or ‘synthetic
bodies’. This technology creates a sharp class divide where rich
‘Meths’ can afford to take on multiple bodies and can effectively
live forever, while poor ‘synthetic bodiless’ are often relegated to
menial jobs or even used as disposable labor.
The article argues that Altered Carbon’s depiction of the
commodification of the body and belief raises important questions
about the ethics of technology, the nature of identity, and the
meaning of life. In evaluating these questions, the intersection
of theories regarding concepts such as biopower and biopolitics
with the practice of the universe of the series is also examined.
The program suggests that without caution, obsession with
technology could lead to a future where humans are nothing more
than commodities to be bought and sold.
Yazarlar:
Araş. Gör. Kübra Nisanoğlu
Sayfa No:
100-116
Günümüzün en önemli kitle iletişim araçlarından biri olan
televizyon, temsiller sunmada elzem bir işlev görmektedir.
Televizyon, özellikle diziler aracılığıyla izleyicilere belirli
ideolojileri empoze eder. Televizyonda diziler aracılığıyla kadınlara
güzellik temsilleri dayatılır ve uyum göstermeleri teşvik edilir. TV
dizilerinde güzel olarak tasvir edilen kadınların, güzelliği sayesinde
simgesel sermaye sahibi olduğu da görülmektedir. Televizyon
dizilerinde yansıtılan güzellik ve simgesel sermaye arasındaki
ilişki, bu çalışmanın konusunu oluşturmaktadır. Bu çalışmanın
amacı, Pierre Bourdieu tarafından literatüre kazandırılan simgesel
sermaye ile ideal güzellik temsillerinin arasındaki etkileşimi
incelemektir. Bu kapsamda 2023-2024 yılları arasında Fox TV’de
yayın hayatına başlayan Şahane Hayatım dizisinin birinci bölümü
incelenmiştir. Dizide medya ve toplum tarafından yaygın olarak
kabul edilen güzellik standartlarının itibar ve tanınırlık olarak
bilinen simgesel sermaye kavramını nasıl desteklediği, ilgili
sahneler üzerinden göstergebilimsel yöntemle analiz edilmiştir.
Ele alınan dizide ideal güzellik standartlarına sahip olmanın
prestiji ve toplumsal kabulü sağladığı, diğer bir deyişle simgesel
sermaye kazandırdığı sonucuna varılmıştır.
Yazarlar:
Eda AKYÜZ
Sayfa No:
89-99
Günümüzde teknologlar, bilim insanları ve transhümanistler,
yalnızca insanlığın elde ettiği tüm bilgileri, internet ve bulut
çözümlerini kullanarak, sadece insan beynine dijital olarak
aktarmayı hedeflemektedir, aynı zamanda insanı, teknolojinin
sahip olduğu donanım, dijital kod ve yazılım özellikleriyle
birleştirmek de istemektedirler. Transhümanizm öğretisi;
tekilliğe, süper akıllı insana ve topluma ulaşmayı amaçlamaktadır.
Böylelikle insan ölümsüzlüğü elde edebilecektir. Bu makalede,
sosyal bilimlerin araştırma yöntemlerinden betimsel araştırma ve
göstergebilimsel çözümleme kullanılmıştır. Araştırma, Kabuktaki
Hayalet filmi üzerinden transhümanist öğretinin sinemaya
yansımalarını, göstergebilimsel çözümleme ve betimsel araştırma
ile analiz etmeyi amaçlamaktadır. Araştırmanın bulgularına göre,
Julian Huxley’in kişinin kendini aşması ve yeni bir varoluşsal eşiğe
gelmesi olarak açıkladığı transhümanizm kavramı, Kabuktaki
Hayalet filmindeki Binbaşı Motoko Kusanagi karakterinde
hayat bulmaktadır. Çalışma, transhümanist öğretinin sinemaya
nasıl yansıdığını göstermesi açısından önemlidir. Sonuç olarak,
Kabuktaki Hayalet, yalnızca büyüleyici anlatımı ve çarpıcı
animasyonuyla değil, aynı zamanda köklü göstergebilimiyle de
ufuk açıcı bir sinema eseridir
Yazarlar:
Dr. Öğr. Üyesi Hakan TAN, Öğr. Gör. Dr. İsnur İnci ARMUTLU
Sayfa No:
69-88
Serbestçe düşünebilme, düşündüğünü serbestçe açıklayabilme
ve yayabilme, demokrasi ile yönetilen ülkelerde kişilere tanınan
olmazsa olmaz (sine qua non) nitelikteki hak ve hürriyetler olarak
karşımıza çıkmaktadır. Genel olarak “ifade hürriyeti” kavramıyla
kavramsallaşarak anlam kazanan söz konusu ilkelerin varlığı ile
sanatsal ifade biçimleri, fikir ve sanat eserleri ortaya çıkmaktadır.
Varlık sebebini ifade hürriyetinden alan sanat, gerek uluslararası
gerekse de ulusal düzenlemelerle korunmaktadır. Ne var ki, bu
denli anlam atfedilmiş ve koruma altına alınmış olmasına rağmen
kimi sanat alanında bu hürriyetin hukukun çizdiği çerçevenin
dışına taşar nitelikte bir yaklaşımla çeşitli sebepler öne sürülerek
daraltılmaya çalışıldığı görülmektedir. Eleştirel, iğneleyici ve
hicivsel dili ve üslubu ile karikatür, bu daraltmaya maruz kalan ve
tepkiyle karşılanan sanatsal ifade biçimlerinin başlıcalarındandır.
Her ne kadar söz konusu eserler varlık koşulunu hak ve hürriyet
kavramlarından almakta iseler de zaman zaman eleştiri sınırlarını
aşar nitelikte kişilerin kişilik haklarına zarar verici unsurlar
da taşıyabilmektedirler. Hiçbir hak ve hürriyette olmadığı gibi
ifade hürriyeti de kişilere sonsuz ve sınırsız bir kullanım yetkisi
vermemektedir. Bununla birlikte ifade hürriyetine gereğinden
fazla müdahale edilmesi de sansüre sebebiyet verebilmektedir.
Bu bağlamda bu çalışmada fikir ve sanat eserleri vasıtasıyla
kişilik haklarının ihlâli konusu, karikatür özelinde hem kişilik
hakları hem de ifade hürriyeti kavramlarıyla ilişkisi bakımından
irdelenmekte, söz konusu kavramlar ile ortaya çıkan ihlâller
somut örnekler de göz önünde tutularak tartışılmaktadır.
Yazarlar:
Sevinç KIRGIL, Prof. Dr. Ahmet ÇİFTCİ
Sayfa No:
51-68
Popülizm yazında genellikle otoriter partilerin siyasal
performansı olarak belirmektedir. Halk ve seçkinler arasında
ayrıma giden, ayrımcı söylem geliştiren ve kurumları ele geçiren
sağ popülizmin aksine olumsallık içeren kamuların eklemlenerek
demokratik eşdeğerlik zinciri kurma gizilgücünü savlayan sol
popülizm, olumsal kamuların demokratik istemlerini duyurması
bakımından ilerici bir siyasal düşünce biçimini oluşturmaktadır.
Popülizmle siyasal iletişim arasındaki kesişimde otoriter partilerin
siyasal performansları üzerinden popülizm, siyasal iletişimin
kötücül bir biçimi olarak tanımlansa da, Mouffeyan yaklaşıma
yaslanan sol popülizmin siyasal iletişim açısından demokratik
bir rol üstlendiği iddiası, çalışmanın yapılma gerekçesini
oluşturmaktadır. Çalışmanın konusunu Türkiye İşçi Partisi’nin
(TİP) 31 Mart 2024 Türkiye yerel seçimleri öncesi yayımladığı
2024 yerel seçim bildirgesindeki olumsal kamuların söylem
düzeyindeki temsili oluşturmaktadır. Bu bildirgede sol popülist
stratejide talepleri eklemlenmesi öngörülen kadınlar, LGBTIQ+
ve göçmenlerin temsili üzerinden TİP’in sol popülist bir
siyasal kampanya söylemi geliştirme potansiyelini çözümlemek
çalışmanın amacını oluşturmaktadır. TİP’in kampanya metni
eleştirel söylem analiziyle incelenmiş ve bu kamuların temsiline
ilişkin sol popülist bir kavrayış sunma potansiyeli yorumlayıcı
epistemolojiye yaslanarak anlamlandırılmıştır. Olumsal
kamulara bildirgede yer verilmesi hasebiyle onların yeni bir
özne pozisyonu olarak kavrandığı; fakat demokratik taleplerinin
eklemlenme potansiyelinin ihmal edildiği ve bu kamulara yönelik
seçim vaatlerini ekseriyetle ekonomi alanının biçimlendirmesi
nedeniyle sınırlı bir sol popülist siyasal kampanya söylemi
geliştirildiği gözlenmiştir
Yazarlar:
Dr. İsmail Uğur AKSOY
Sayfa No:
38-50
21. yüzyıl kültüründe sosyal medyanın özel bir yeri bulunmakta,
kültürlerarası iletişimin yoğun yaşandığı çağdaş diplomasi
çevrelerinde iletişime ve dile olan ihtiyaç artmaktadır. Dil,
kültürlerarası iletişimin öncül ögesidir. Daha önceleri diplomasi
dili olarak belirgin olan Fransızcanın yerini İngilizcenin aldığı
belirtilmektedir. İngilizce, yirmi birinci yüzyıla ‘lingua franca’
olarak giriş yapmıştır. Bununla birlikte, ulusal kültür kavramının
başat ögesi ana dilin korunmasına ve yaygınlaşmasına yönelik
olarak Almanya, Fransa gibi Avrupa ülkeleri yanı sıra, Türkiye de
devlet gözetiminde çeşitli yerlerde girişimlerde bulunmaktadır.
Çapraz-kültürel ilişkiler söz konusu olduğunda, diplomatik
temsilcilerin kendi ana dilleri yanı sıra, görev yapılan ülke
dilini de kullanmakta oldukları, sosyal medya paylaşımlarında
konuşulan dil yerine çeşitli simgelere de yer verdikleri
görülmektedir. Türkiye’nin, yurtdışında en çok Türk yaşayan ilk
dört ülkeden üçünün, Berlin-Londra ve Paris Büyükelçiliklerinin
sosyal ağ sitelerinden birisi olan Twitter’da (X) 2022 yılında
yaptıkları paylaşımlarda kullandıkları dillerin içerik analizi
yöntemi ile karşılaştırmalı olarak incelendiği bir çalışma ile her üç
Büyükelçilik arasında farklılık olup olmadığı yönünde bir durum
saptaması ortaya konulmaktadır.
Yazarlar:
Aycan ERDENİR, Prof. Dr. Hilal Özden ÖZDEMİR ÇAKIR
Sayfa No:
26-37
İletişim kavramı sadece anlık, belirli bir zamanla sınırlı ileti
alışverişleri olarak değil, tarihsel süreç içinde aktarılan iletileri de
kapsayacak bir anlayışla ele alınmalıdır. Çünkü bugün tarih olarak
adlandırdığımız maddi hayatın üretim süreci, insanlar arasında
kurulan iletişimin ve toplumsallaşmanın bir sonucudur. İnsan,
tarihsel ve toplumsal olarak inşa edilen bir varlıktır ve bu inşa
sürecinde iletişim araçlarının rolü yadsınamayacak kadar büyüktür.
Demokrasiye katkı sağlayacak bir medyanın unsurlarının
tespiti, iletişim araçlarının tarihsel süreçte bünyesine yerleşmiş
kusurların ve eksikliklerin bir analizini gerekli kılmaktadır. Bu
değerlendirmenin yapılabilmesi, insanın tarihsel serüveninin, bu
serüvende ortaya çıkan iletişim biçimlerinin ve toplum-medyaiktidar ilişkilerinin çok zamanlı, çok katmanlı bir analizini
zorunlu kılmaktadır. Bu çalışmada, böyle bir değerlendirmeyi
yapmayı sağlayacak bilimsel yaklaşımları derlemek amacıyla
literatür taraması yönteminden faydalanılmıştır.
Yazarlar:
Öğr. Gör. Dr. Dilek TERZİOĞLU
Sayfa No:
16-25
Osmanlı İmparatorluğu’nda basının ilerleme kaydettiği
dönemlerden biri kuşkusuz II. Abdülhamid dönemidir. Bu
dönemde basın faaliyetleri, uygulanan yasaklar ve sansürlerle de
ön plana çıkmıştır. II. Abdülhamid birçok gazeteye yasak ve sansür
getirmiş, bazı durumlarda yayınların imha edilmesini istemiştir.
Bu uygulamalar, Osmanlı’da yayınlanan Osmanlı gazetelerinin
yanı sıra yabancı gazeteler üzerinde de sürdürülmüştür. Yazılı
basına getirilen sansür ve yasaklar basın özgürlüğünün kısıtlayıcı
bir görünümü olarak birçok çalışmada eleştiri konusu olmuştur.
Bu uygulamaların sürdürülen iç ve dış politikadaki nedenlerinin
dönemin koşulları içinde değerlendirilmemesi sebebiyle sansür
ve yasaklar konusu II. Abdülhamid dönemi basınına kara bir leke
olarak sürülmüştür. II. Abdülhamid’in basın alanında getirdiği
sansür ve yasakların iktidarın salt otoriter yönetim anlayışının
keyfi sonucu mu olduğu, yoksa uluslararası ilişkilerinde dış
güçlerin Osmanlı’ya karşı hedefleri doğrultusunda sürdürdükleri
basın politikası sonucunda mı getirmek zorunda kaldığı sorusu
çalışmanın çıkış noktası olmuştur. Konuya sınırlılık getirmek
amacıyla, Osmanlı’nın uzun süre dostane ilişkilerini sürdürdüğü,
en çok kapitülasyon tanıdığı devletlerden biri olan Fransa ile
arasında sürdürülen basın politikası ele alınmıştır. Çalışmada,
Osmanlı’nın bu alanda getirmiş olduğu sansür ve yasakların
nedenleri Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet
Arşivleri’nde bulunan arşiv belgeleri ışığında incelenmiştir.
Osmanlı’nın, otoriter yönetim anlayışının yanı sıra Fransa’nın
sürdürdüğü politika sonucunda sansür ve yasaklar getirmek
zorunda kaldığını gösteren belgelere ulaşılmıştır. Bu uygulamalara
ilişkin gösterilen nedenler Althusser’in devletin ideolojik aygıtları
kuramı bağlamında değerlendirilmiştir. Arşiv belgelerinin
incelenmesi sonucunda yapılan çalışma nitel ve betimsel bir
çalışmadır.
Yazarlar:
Burçin GÜLGÜN, Dr. Öğr. Üyesi Yücel SARI
Sayfa No:
1-15
Kurtuluş Savaşı’nda, birlik ve beraberlik oluşumuyla
verilen milli mücadeleyi gelecek nesillere aktarmak,
tarih ve milli şuurun benimsenmesi için çeşitli araçlar
tercih edilmiştir. Sinema da bu araçlardan biridir. Savaş
döneminin sona ermesi ve Cumhuriyet’in ilanının ardından
sinema çalışmalarında tarihi konular tercih edilirken, milli
mücadele teması da ön planda tutulmuştur. Bu çalışmanın
amacı, bağımsızlık savaşı ve milli mücadele dönemini
tema edinen, Muhsin Ertuğrul yönetiminde 1923-1932
tarihleri arasında çekilen Ateşten Gömlek (1923), Ankara
Postası (1929) ve Bir Millet Uyanıyor (1932) isimli filmlerin
söylem analizi yöntemi ile incelenmesidir. Bu doğrultuda
filmlerdeki tema, verilmek istenen mesaj, ana karakterlerin
özellikleri, filmin anlatım yapısı, zaman ve mekânların
incelenmesi yapılacaktır. Milli mücadele gibi tarihi
açıdan önemli olan bu döneme ait filmlerin hikâyelerine
odaklanmak ve filmlere dair ortak söylemi tespit etmeye
çalışmak çalışmanın önemini oluşturmaktadır. Bu filmlerin
çalışmada tercih edilmesinin sebebi 1920’li yıllarda Türk
Sineması’nda savaş, mücadele, bağımsızlık konularının
ön planda olması ve örneklem olarak seçilen bu filmlerin
Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinde milli mücadele teması ile
yapılan ilk filmler olma özelliğini taşımasıdır.
Yazarlar:
Semra AKGÜNLÜ
Sayfa No:
88-96
Bu çalışmada, Kuzey Kıbrıs yazılı basınının İsias Otel
faciasını nasıl haberleştirdiği irdelenmiştir. 6 Şubat 2023
Kahramanmaraş depremine bu otelde yakalanan ve otelin
enkazı altında kalan Gazimağusa Türk Maarif Koleji
öğrenci, öğretmen ve velilerinden oluşan voleybol kafilesiyle
ilgili basında çıkan haberler bu çalışmanın kapsamını
oluşturmaktadır. Çalışmanın örneklemi yazılı basında sol ve
sağ eğilimli, en çok satan dört gazetede (Avrupa, Yenidüzen,
Kıbrıs ve Diyalog) depremin ertesi günü itibariyle bir
hafta boyunca (7 Şubat 2023-13 Şubat 2023) yayımlanan
haberlerdir. Karma yöntemin birlikte kullanıldığı
çalışmada, haber sayıları ve haberlere ayrılan alan nicel
içerik analizi tekniğiyle, ön sayfada yer alan haberler ise
nitel içerik analizi tekniğiyle çözümlenmiştir. Çalışmanın
sonuçlarına göre Avrupa ve Yenidüzen’in konuya geniş yer
ayırdığı, buna karşılık son yıllarda Türkiyeli yatırımcılar
tarafından satın alınan Kıbrıs ile Diyalog’ta ise daha az
yer verildiği belirlenmiştir. Özellikle Kıbrıs Türkiye’de
habercilik yapan bir gazete görüntüsü sergilemiş, İsias Otel
faciasını önem derecesinde ikinci sıraya koymuştur. Tüm
gazetelerde konuya ilişkin arama-kurtarma faaliyetleri ve
cenaze törenleriyle ilgili haberlerin yoğunlukta olduğu,
haber metinlerinde dramatik söylemlerin ön plana çıktığı
görülmüştür. Olayın arka planındaki nedenlere ve ihlallere
ise genellikle değinilmediği saptanmıştır. Bu konuya
değinen tek gazetenin aşırı sol eğimli Avrupa olduğu ancak
onun da eleştirilerde çok keskin bir dil kullanarak suçlayıcı
söylemlerde bulunduğu gözlemlenmiştir
Yazarlar:
ULUSAL ACI: İSİAS OTEL FACİASININ KUZEY KIBRIS YAZILI BASININDA SUNUMU
Sayfa No:
70-87